SAVAŞIN ORTASINDA BİR ELİT


 SAVAŞIN ORTASINDA BİR ELİT


Hayatımda daha önce gitmediğim bir yer, komple Güneydoğu Anadolu bölgesi. Şehirlerden Şanlıurfa. Ama keşke şehir merkezi olsaydı. Hayır ben savaşın ortasındaki bir sınır ilçesinin bir köyüne atandım. 

İner inmez alerjim azdı arkadaşlar. TOZA ALERJİM VAR BENİM! Ve ben çöle gittim resmen, teşekkürler kendim. Uçaktan indim, bir taksi tuttum ve gideceğim ilçeye doğru yol alıyorum. İlk başta çok fena gelmemişti çünkü asfalt, düzgün yollar, şehir planlaması, büyük lüks siteler derken her şey normal gibiydi. Ama yolun 20. dakikasından sonra şehir azalmaya, yok olmaya başladı. Yollar bozuk, çukurlu taşlı, etrafta tarlalar, uçuşan pamuklar. Ben hayatımda o top şeklinde rüzgarda yuvarlanan çalı öbeğini bir tek Cowboy filmlerinde görmüştüm. Ama buranın doğal bitki örtüsüydü. 

Hakkında hiçbir şey bilmediğim o ilçeye gittim. Önce milli eğitim müdürlüğüne gidip kaydınızı yaptırmanız gerekiyor. Önünde uzun bir kuyruk. Bilmem ne dosyası bilmem ne belgesi alınacak. BİZE BUNLARI ÜNİVERSİTEDE ANLATMADILAR. Şiveli konuşan milli eğitim çalışanları ile bir süre muhatap olduktan sonra işlemimi tamamladım ve şimdi sıra geldi oradaki hayatımı kurmaya. Atandığım okuldaki öğretmenlere ulaşıp onlarla buluştum ve burada ne yapmam gerekiyor ev nerden tutuluyor, market neresi gibi temel yaşam becerileri ile ilgili sorularımı kustum. Sonradan öğrendim ki benim atandığım okul ilçe merkezine 50 km uzaklıkta bir köy okuluymuş ve herhangi bir toplu taşıma ulaşımı yokmuş. Ama ben köyde yaşamayı aklımın ucundan bile geçirmiyordum tabii ki. O kadar da demedik ! 

İstanbul Kadıköy'de doğmuş, büyümüş, Ege'nin modern bir şehrinde okumuş bir insan olarak size oradaki ilk izlenimlerimi sunayım. 

  • Restorantlar kaldırımda mangal yakıp yemeklerini sokakta pişiriyordu. Ve ben et kokusundan nefret ederim. Ama sokakta yürürken bile üzerinize siniyor.
  • Sokakta, yolda sürekli kum-toz-çalı gibi şeyler uçuşuyor.
  • Genel havada kötü bir koku var. (sebebi bende hala yok)
  • Evlerde ALAFRANGA TUVALET YOK. Evet arkadaşlar ben alaturka tuvaletin nasıl kullanıldığını lise 2de zorunda kalarak tuvalete gittiğimde öğrenmiştim. Öğrencilik hayatım boyunca 10.sınıfa kadar 1 kez bile okulda tuvalete girmemiştim. Ve şimdi burada apartman dairelerinin içinde bile klozet değil sadece yer tuvaleti vardı.
  • Doğal gaz yok. Kaloriferi olan apartman sayısı aşırı az ve bulmak zor.
  • Bütün insanlar şiveli konuşuyor. Devlet memurundan öğretmenine, milli eğitim müdüründen kaymakamına HER - KES ! Diğer insanların ne dediğini anlamaya başlamam 2-3 ay sürmüştür rahat.
Şimdi bu anlattığım ve şaşırdığım şeylere bakarak minik pembecik bir prenses olduğum sanılmasın. Kendi doğal ortamımda gayet rahat, salaş, sert duran bir insanımdır ama bu öyle bir şey değildi arkadaşlar. Gören, yaşayan bilir. 
Yıl yıl size her şeyi anlatmayacağım tabii ki ama orada yaşadığım 3 yılımı size özet geçeyim. 
Devlet memurluğunda mobbing olur muymuş diye düşünenlere sesleniyorum, alâsı burada var. Sadece mobbing gibi modern bir kelimenin varlığını bilmedikleri için konuşulmuyor bence. İlk gittiğimde okulumuzuz müdürü yoktu ve köyde yaşayan bir öğretmeni rasgele müdür ilan ettiler. Yaşı benden çok da büyük olmayan bu yaratık bana oradaki en zor günlerimi yaşattı. İlk olarak bana aşırı yakınlık göstermeye başladı bir okul müdürü olarak misafirperver davrandığını düşündüm. Ki şunu hatırlatmak isterim ki hayatımda hiç sapıkla karşılaşmamış, modern bir yerde doğmuş büyümüş bir insan olarak kadın-erkek arasından normal arkadaşlık ilişkisinin gayet normal bir şey olduğu bilinci ile büyüdüm. Eğitim hayatım boyunca en yakın arkadaşlarım hep erkekti vs. O yüzden insanlara sevecen davranmak ve karşılık görmek bence dünyanın en normal şeyiydi. Ki üniversiteden de hümanist sevgi kelebekleri olarak salınmıştık. Ama kelebeğin ömrü 3 gün oldu. 
Bu sapık manyağın bana yakın davranmasının tek sebebi ırz düşmanlığıymış ve ben bunu anladığımda artık çok geçti. Diğer illere atanmış arkadaşlarımla buluştuğumda zorla yanımıza gelmeler, bizle beraber evde kalmaya çalışmalar, elimi tutmaya çalıştığı noktada dedim ki oha noluyor ve yanlış anlaşıldığımı fark ettiğim için anında resmi bir tavra büründüm. Ve olan her şey bundan sonra olmaya başladı. 
Ona "yüz vermediğimi" anlayan (iğrenç bir tabirle tabii ki, yazarken bile kusmak istiyorum) sapık manyak o andan itibaren rehberlik odasından çıkmamdan tutun giydiğim kıyafete, yaptığım makyaja kadar "müdürlük" sıfatının arkasına gizlenip beni tehdit etmeye başladı. Örnek vermek gerekirse : 
  • bayan öğretmenler kırmızı ruj sürmesin öğrenciler tahrik oluyor.
  • o kıyafetten enseniz gözükmüş insanın dikkati dağılıyor.
  • çay almak için öğretmenler odasına çıkamazsınız ya siz yokken rehberlik servisine öğrenci gelirse yerinizde olmanız lazım.
  • Ve bardağı taşıran son damla "siz artık 9-3 çalışacaksınız." 
Bu son madde neden bu kadar korkunçtu söyleyeyim. Önceki yazımda bahsettiğim gibi benim evimden köye olan mesafe 50 km idi. Ve hiçbir araç yok. Okul dersleri 7-1 arasında olduğu için biz sabah 5:30'da bütün öğretmenler buluşup arabası olan öğretmenlerin benzin parasını karşılayarak dönüşümlü olarak okula onlarla gidip geliyorduk. Benim 9-3 çalışmam demek araçsız kalacağım anlamına geliyor, okula gitme ihtimalim yok. Daha yeni atanmışım hiçbir resmi yönetmelikten de haberim olmadığı için boyuna tehdit edilip duruyorum. En son cuma günü çıkışta yanıma gelip "pazartesi 9-3 başlıyorsun, gelmezsen hakkında soruşturma açarım" dedi ve bana olanlar oldu. O saflık ve mallıkla böyle bir yetkisi olmadığını vs bilmiyorum tabii ki. Ve soruşturmayı da böyle hapse atılacağım ciddiyette falan bir şey sanıyorum. Ben o korkuyla, gencecik 21 yaşımda bankaya gittim ve hayatımın ilk kredisinin altına girdim arkadaşlar. 15 bin tl kredi çektim ve araba almak üzere Urfa merkezdeki bir araba pazarına doğru yola çıktım. O zamanlar şerefsiz bir pislik olduğunu bilmediğim, yardımsever gözüken başka bir öğretmen de bana eşlik etmişti. Ve ben o paranın yetebileceği en kullanılabilir arabayı aldım. Şöyle bir araba ki yolda giderken canı isterse duran, canı istemezse çalışmayan akşam park ettiğin yerde sabah çalıştıramadığın saçma sapan bir külüstür. Buna rağmen ilk senemi bu araba ile günde gidiş dönüş 100 km yaparak geçirdim. Kredi borcu yetmez gibi ayı gibi de benzin parası masrafı tepeme bindi. Kira, fatura bilemem ne derken oradaki miserable yaşantım da başlamış oldu.
Mesleki olarak en çok öğrencilerin dayak yemesi ve kızların okutulmaması ile uğraştım. 
En çıtı pıtı, ne tatlı öğretmen diyeceğiniz kadın erkek hatta REHBERLİKÇİ herkes çocuk dövüyordu arkadaşlar. Ve ben napıyorsunuz böyle bir şey yapamazsınız dediğimde de "buradakiler bundan anlıyor yakında sen de başlarsın, alışırsın" tarzı tepkilerle karşılaşıyordum. Müdürler, milli eğitim, hiç ama hiç kimse dayak karşıtı değil, aksine destekliyorlardı. Gururla söyleyebilirim ki 7 yıllık meslek hayatımda bırakın vurmayı tek bir öğrenciye sesimi bile yükseltmemişimdir. İnsan olmaya üşenen bir topluluk çocuklarınızı eğitiyor benden söylemesi...
Bir ikinci mücadele de kızların okutulmaması demiştim. Orada bulunduğum sürede düzenli yaptığım en dişe dokunur bir diğer şey de kızları sürekli bilinçlendirmeye çalışmaktı. Kız öğrencilerle sürekli okumaları, kendilerini geliştirmeleri ile ilgili çalışmalar yapıyordum. Erkek öğrenciler ile de kadın erkek eşitliği gibi konulardan bahsediyordum. Kızlarını okutmamaya karar veren ailelerin evlerine gidip babalarını ikna etmişliğim bile vardır. Topuklu ayakkabımın saplandığı çamur ve koyun pisliği miktarının haddi hesabı bilinmez... 
Gel zaman git zaman bir şekilde ben orada 3 yılımı doldurdum. Hep bu şartlar, daha fazla sapık, kadın olduğun için sürekli salya akıtan devlet çalışanları ve öğretmenler, insanlara insanca davrandığım için kuyruk salladığımı orospu olduğumu düşünüp kendi aralarında sürekli bundan bahseden kadın erkek herkes. Eğitimcilerin benim gördüğüm hiçbiri eğitimli değil. Herkes yalancı, sosyallikten anladıkları tek şey dedikodu yapmak. Bir araya gelip kültürel, sanatsal, politik bir şey konuşan yok. Kendini geliştirmeye çalışan asla yok. Bugüne kadar ne zaman öğretmenlere yönelik bir seminer bir bilgilendirmeye yapmaya kalkışsam bana "ben kaç yıllık öğretmenim sen bize işimizi mi öğretiyorsun" denerek üstüme yüründü. Asla gelişime değişime eğitime açık olmayan insanların adı eğitimci. Sonra ülke neden böyle... 
Sonuç olarak zorunlu hizmetimin bitmesini 1 sene daha bekleyemeyeceğim için 3 yılım bittiğinde tayimini istedim ve tekrar İstanbul'a döndüm. 
Güneydoğuda beni yıldıran şey savaş değildi arkadaşlar. Toz toprak da değildi ( ki kronik alerjik astım sahibi oldum teşekkürler Urfa). Zor hayat şartları da değildi. Beni yıldıran şey insanların ne kadar iğrenç olduğunu görmemdi. Orada bir dakika daha duramazdım artık. 
Oradayken kendimi hep İstanbul'a gidince düzelecek, orası benim doğduğum büyüdüğüm alışık olduğum yer, oradaki insanlar daha modern daha bilinçli diyerek telkin ettim. Depresyona girmedim, intiharı düşünmedim çünkü biliyordum ki orası benim için olağandışı bir yer ve kendi olağanıma döndüğümde her şey çok güzel olacak. 

Peki öyle mi oldu ???

Yorumlar