PDR'YE GİRİŞ


 PDR'YE GİRİŞ

Hayalleri olan genç bir insan lise sona geldiğinde meslek seçecektir. Hem ülke şartlarında açlıktan ölmeyecek kadar para kazanması ama bir yandan da mesleğini icra ederken nefret ve sıkıntıdan kendini öldürmek istememesi gerekecek bir şey seçmesi gerekir. Bütün bu dev sorumlulukları alacağı yaş da sadece 18'dir. Bu süreci sağlıklı değerlendirip yanında anlayışlı, destekleyici yetişkinler bulunan şanslı kesimi bir kenara bırakıyorum - ki bu bizim ülkede %1 falandır. Gelelim yapayalnız, 18 yaş kafası ile hayatının kararını vermesi gereken sudan çıkmış balıklara.

Evet, ben de onlardan birisiydim. Yapmak istediğim sanat dalı ile ilgili hayallerim "Aç kalırsın evladım." "Kötü yola düşersin çocuğum" denilerek engellenmişti. Daha 17 yaşındaydım. Üniversite sınavına girip tercih dönemi gelene kadar bir meslek seçmem gerektiğini daha öncesinde hiç düşünmemiştim. Zaman yaklaştıkça, arkadaşlarımdan meslek seçme kaygıları duydukça ben de düşünmeye başladım. Açıkçası düşünmeme çok fazla da gerek kalmadı çünkü eğer hayalimi yapamayacaksam ilgi duyduğum diğer konulardan birini seçmem gerekecekti. Bir TM öğrencisi olarak 13bin sıralama hiç de fena değildi ama alanın en yüksek ve prestijli mesleği olarak kabul edilen Hukuk bölümü asla ilgilimi çekmiyordu. Ben de hem derslerinden hem okuduğum kitaplardan ilgimi cezbeden Psikoloji bölümüne yönlendim. Ama güzel üniversitelerdeki psikolojiler ya ucu ucuna gelecekti ya da gelmeyecekti. (o zamanlar psikoloji yüksek puanlı ve prestijli bir bölümdü hala)

Tercih listelerine bakınca psikolojiye isim olarak en yakın şeyin Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümü olduğunu gördüm ve ne kadar farklı olabilir ki diyerek tercih listemde psikolojiden sonra bir çok üniversitenin PDRlerini de yazmaya başladım. Sonradan ortaya çıkacağı üzere o yıllarda üniversite sınavlarında ve diğer bilumum sınavlarda yapılan dev şikeler sonucu aslında çok rahat ilk 5 tercihime girerim dediğim sıralamalarda 13. tercihim denk geldi ve ben bir Ege şehrinde PDR okumak üzere yola çıktım. 

Şimdi o yıllarda verdiğim bu kararların dayanaklarını size açıklayayım. Belki örnek olur.

1. Hayalimdeki mesleği yapamayacaksam bile en azından ilgim olan, zevk aldığım bir bölüm okuyayım. (Bu doğru bir yaklaşım arkadaşlar. Ne iş olsa yaparım ağabey moduna girmesin kimse.)

2. İstanbuldaki yerleri yazmamaya çalışayım ki ailemden uzak kalayım. Beni çok kısıtlıyorlar, özgür bir öğrenci hayatı yaşarım. (Artıları eksileri olan bir karar ama şimdiki aklım olsa muhtemelen İstanbulda kalmaya kasardım.)

3. Psikolojiye adı en çok benzeyen şey PDR onu yazayım. (ZOOOOORT YANLIŞ KARAR)


20li yaşlarımın ortasına gelene kadar "Ne güzel hayat yaşamışım şu ana kadar ne güzel hiç bir pişmanlığım yok" kafasında bir insandım. Ne zaman ki meslekte, çalışma hayatında ilerledim, en büyük pişmanlığım ve hayatta yaptığım en büyük hatanın PDR okumak olduğunu fark ettim. Belki çalışma ortamı sizin hayallerinize, kişiliğinize uygundur o zaman bir başkası için süper bir meslek olabilir ama o kişi asla ben değilmişim. 

PDR okurken üniversitede size sürekli terapilerden, psikolojik danışmalardan, zeka testlerinden, psikolojik yaklaşımlardan bahsediliyor arkadaşlar. Çok bilimsel, profesyonel bir iş yapacağınız anlatılıyor. Bütün öğretmenlerden daha fazla maaş kazandığınız söylenerek gaza getiriliyorsunuz. Sanıyorsunuz ki zengin olacaksınız. Okulda yetki olarak müdürden hemen sonra geldiğinizden falan bahsediliyor. Ama sadece bahsediliyor. Rehberlik derslerinde yine bilimsel konular işleniyor. PDR okumak çok eğlenceli, psikolojiye ilginiz de varsa 4 yıl tam bir karnaval tadında göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor. Ve mezun olduğunuzda siz aşırı motive, idealist, hümanist bir sevgi makinesi olarak dış dünyaya gönderiliyorsunuz. Peki sonra ne oluyor ? 

Size tekrar kendi hayallerimden bahsedeyim. Madem PDR okudum artık yapacağız bir şeyler diyerek daha mezuniyetim bile olmadan okuduğum şehirdeki bir özel okul ile iş görüşmesine gitmiş ve kabul almıştım. Öğrenciliğim boyunca tanıdığım insanlardan dolayı da referansım vardı zaten o yüzden iş kolaydı. Şunu da belirtmek isterim ki devlet memurluğunun ne olduğunu öğrendiğim 9-10 yaşlarımdan itibaren söylediğim en büyük cümle de "BEN ASLA DEVLET MEMURU OLMAYACAĞIM."dı. Böylece bir küçük kızın hayalleri daha çöpe gitmiş oldu. 

Evet arkadaşlar ailem okuduğum şehirde yaşamaya devam etmemi istemediği için apar topar her şeyimi toparlayıp İstanbul'a dönmek zorunda kaldım. Hiç düşünmezken ve daha 1 soru bile çözmemişken KPSS'ye başvurdum. Ki bu bölümü bitirince atanıldığını bile baya baya geç bir zamanda öğrenmiştim. Ben psikoloji ile ilgili bilimsel çalışma hayalleri kurarken meğersem insanlar PDR'yi devlet memurluğuna giden en kestirme yol olarak çizmiş bile. Bir soru ile bile hazırlanmadan girdiğim KPSSden 56 mı ne bir puan aldım. Aşırı isteksiz ve bıkkın girmiştim sınava ki belki yapamam da memur olmam diye. Ama o zamanlar PDR ataması barajı geçen herkese yapıldığı için tabii ki tercih yapmaya hak kazandım. Bu sefer de "ailem beni zorla İstanbula getirdiyse ben de onlardan olabilecek en uzak yere giderim" diyerek Şanlıurfa'yı yazdım ve tayinim de oraya çıktı.

Zekaya bakar mısınız? Olan kime oldu şimdi? Ama insan o zamanki kafası ile asla sakin ve olgun düşünemiyor tabii ki. Şartlarımdan hiçbir zaman şikayet etmedim orası ayrı. Çünkü kendi yaptığım seçimlerin sonuçları ile ilgili mızmızlanma hakkım olmadığının bilincindeydim. Ama işte şimdiki aklım olsa... 

O yıllardaki Suriye savaşının ortasında, Şanlıurfa-Suriye sınırındaki bir köye atandım evet. Bir yanımız IŞİD, bir yanımız YPG, yerel halk Arap. Anadili olmadığı için Türkçe konuşamayan bir ton öğrenci, veli, hatta öğretmen. Ve ben idealist küçük hümanist oraya gidip rehberlik yapacağım. 4 yıl kafamıza dayatılan Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisindeki barınma, beslenme, güvenlik ihtiyacını bile karşılayamamış koca bir halk topluluğuna kendini gerçekleştirme ile ilgili rehberlik yapacağım. Hadi bakalım.

Macera başlasın... 

Yorumlar

Popüler Yayınlar